Şems-i Tebrizî demiş ki: “Hepimiz seçici günahkârız.”
Hakikaten… Bu memlekette günahın marka ve modeline göre muamele değişir. Bir atölyede fiş vermeyen bakkalı sosyal medyada linç ederiz; aynı holding sorumlusu vergi dilimini “optimize” eder, sonra “yatırımcıyı koruduk” diye plaket alır. Burada işler öyle hassas ki, günah reçeteye benzer: hangi hasta, hangi günahı almalı diye reçete yazılır.
Manavdan başlayalım: kasada 20 gram eksik tarttı diye millet oracıkta ahlak muhasebesi yapar. “Adam hırsız!” diye bağırırız. Oysa yanında duran banka hesaplarıyla oynayanın, ihalede köprü yapanın, rüşveti günlük kiraya çevirenin yanından geçeriz — kasaya “iyi günler” deyip geçip gideriz. Çünkü sermaye büyük, günahı küçük gösterir; tenhada işlenen ise büyükmüş gibi algılanır.
Gündelik örnekler o kadar bol ki…
Fişi almayan bakkal mı? Yarın köşeye not düşeriz: “Vicdansız!”
Patron faturayı sahteleyip KDV’yi cebe indirdi mi? Ona “girişimci” damgası yapıştırır, sempozyumda mikrofonu uzatırız.
Belediyenin yolunu yapmayan müteahhit mi suçlu? TV’de tartışma programında “çevreyi bilmeden konuşanlar” diye yer veririz.
Ama sosyal yardımdan üç kuruş alan vatandaş mı? Onun fotoğrafını çeker, başlığını atarız: “Bedavacı!”
Bizim günah terazimiz bozuk değil; terazinin bir kefesi çarpık. Öteki kefeye konan şeyler ise hep hoş görülür: “Aman o da işinin gereği”, “ülke için gerekliydi”, “zor koşullar”…
Daha komiği de şu: ahlak dersi verenlerin çoğu, akşamüzeri sosyal medya paylaşımlarında “milletin manevi değerleri” diye ahkam keser; sonra çocuklarının diplomasını sormayın — kimden alındığı aynı değerde değildir. Birisi minibüste yüksek sesle şarkı açar, çapulcu muamelesi görür; öbürü torpille makam kapar, kahraman gibi haber olur.
Bu seçicilik yalnızca bireysel değil, kurumsal. Devlet ayağına gelince farklı bir dil oluşturulur: “stratejik ortaklık”, “büyük proje”, “milli çıkar.” Bu kavramların arkasına saklanan hatalar, yanlışlar, soygunlar nedense “errors of development” kategorisine girer. Oysa aynı hatayı yapan bir esnafın banka borcunu öteleyememesi, sosyal medya bombası olur.
Şems yüz yıl önceden bakmış; bugün aynaya bakmak bize düşüyor. Bizim mesele sadece “günah” değil; mesele vicdanı nasıl tarttığımız. Eğer herkes kendi günahını tartmaz, kusurunu itiraf etmezse, o ülkenin adaleti, ekonomisi, sosyal dokusu hep çarpık tartıda kalır.
Son söz: Fiş almayanı rezil edip, milyarları aklayanla el sıkışıyorsak; sokakta el ele tutuşan iki gence saldırırken, kasetlere el koyanlara sessiz kalıyorsak — işte o zaman Şems’in dediği gibi seçici günahkârız. Ve seçicilik, er ya da geç kolektif bir ikiyüzlülüğe dönüşür. Onu da üstlenmek zor.
Kendinize sorun: Hangi günahı savunuyorsunuz, hangi günahı cezalandırıyorsunuz? Terazi netleşirse, toplum da ağır basar.